Boğaziçi Soma Dayanışması Soma Gözlem Değerlendirmeleri
[Soma`da gerçekleşen facianın ardından Boğaziçi Üniversitesi akademisyen, öğrenci ve emekçileri tarafından kurulan Boğaziçi Soma Dayanışması Temmuz ayında ilçeye tekrardan bir ziyaret gerçekleştirdi. Soma`daki faciaya yol veren çalışma koşulları, sendika, sermaye, kadınların durumu, devlet/siyaset bağlantıları, ilçenin tarıma dair sorunları gibi başlıkları ele alacağımız gözlem ve değerlendirmeleri kamuoyu ile paylaşıyoruz.
İlk değerlendirme Nur Çırakman`ın Soma`daki taşeron sistemi üzerine tartışması. Mustafa Kaba arkadaşımızın değerlendirmesi ise Soma civarındaki köylerde tarımsal alandaki sorunlara değiniyor. Köylünün neo-liberal düzenlemelerle tarımdan el çektirilerek nasıl madene mecbur bırakıldığını tartışıyor.]
Soma`da bir garip düzen: Taşeron Sistemi—Nur Çırakman
Soma`da gerçekleşen facianın ardından Boğaziçi Üniversitesi akademisyen, öğrenci ve emekçileri tarafından kurulan Boğaziçi Soma Dayanışması Temmuz ayında ilçeye tekrardan bir ziyaret gerçekleştirdi. Soma`daki faciaya yol veren çalışma koşulları, sendika, sermaye, kadınların durumu, devlet/siyaset bağlantıları, ilçenin tarıma dair sorunları gibi başlıkları ele alacağımız gözlem ve değerlendirmeleri kamuoyu ile paylaşıyoruz. İlk değerlendirme Nur Çırakman`ın Soma`daki taşeron sistemi üzerine tartışması.
13 Mayıs 2014’de Türkiye’nin en büyük iş kazası Soma’da bir maden ocağında gerçekleşti. Eynez Maden Ocağı’nda resmi rakamlara göre 301 madencinin can verdiği facia, maden ocaklarında süregelen düzen, iş güvenliği sorunları, rödovans sözleşmeleri ve taşeronluk gibi; aslında bilinmelerine rağmen çoğu zaman hatırlanmayan pek çok sorunu da tekrar gündeme taşıdı.
Boğaziçi Soma Dayanışması olarak 12-13 Temmuz tarihlerinde bölgeye yaptığımız ziyarette de gözlemledik ki; bölgedeki maden ocaklarında inanılmaz hiyerarşik bir düzen vardır; ve bu düzenin, maden işletmelerinin üst düzey yöneticilerinden sonra gelen en önemli “sağlayıcıları” da, dayıbaş veya başçavuş denilen ve taşeron işçilerin bir nevi pratikteki patronları olan kişilerdir.
Peki, taşeronluk sistemi Soma madenlerinde nasıl uygulanmaktadır? Dayıbaşlar, genelde maden tecrübesi olan ve hükümet taraftarı kişiler içinden seçilirler. Bu insanlar, yanlarına belirli bir sayıda maden işçisini alarak göstermelik bir şirket kurarlar. Şu anda Soma’daki madenlerde; işçilerin taşeron sisteminedahil olmadan madene girmeleri neredeyse imkansızdır; işçilerin çok büyük çoğunluğu taşeron şirketlere bağlı çalışmaktadırlar. Aynı zamanda dayıbaş veya başçavuş da denilen bu taşeron “ekip şefleri”; yeraltına girmemelerine rağmen işçi olarak gözükmekte ve yanlarında getirdikleri maden işçilerinin çalışmaları ile doğru orantılı bir miktarda prim almaktadırlar. Dayıbaşlar, belirli bir eğitim sahibi olmamalarına ve başarılarının tek kıstasının yanlarında getirdiği işçi sayısı olmasına rağmen, hiyerarşinin ocakta çalışan mühendislerden bile daha yüksek seviyelerindedirler; çünkü ocakların işçileri onlar üzerinden sağlanmaktadır. Örneğin, yanında 200-300 civarı işçi getiren büyük dayıbaşların maaşları primlerle 10.000 TL’yi bulmaktadır, ki bu Soma madenlerinde çalışan orta düzey bir mühendisin maaşının beş katından bile fazladır.
Soma Holding’in üst düzey çalışanları ile yaptığımız görüşmelerde; taşeron sisteminin, sadece işçi bulma amacı ile kullanıldığı;dayıbaşların, şirketin işçilerin sorunları ile uğraşarak ekstra zaman harcamalarını engellemek adına, kendi getirdikleri işçilerden sorumlu oldukları, ve başka herhangi bir görevi olmadığı belirtildi. Taşeronların işçilikten yükseldiği, ve şirket için oldukça önemli bir görevde bulundukları, bunun dışında bir yetkileri olmadığı belirtildi.
Soma’daki maden ocaklarında uygulanan taşeron sistemi konuşulurken, asıl üzerinde durulması gereken nokta; taşeron ekip başlarının getirdikleri işçilerin çalışmaları üzerinden prim almaları nedeniyle, işçilerini insanlık dışı diyebileceğimiz şartlarda, sadece üretime odaklanarak çok uzun saatler süresince ve çok ağır koşullarda çalıştırmalarıdır. Çünkü, işçiler her ne kadar şirkete bağlı gözükseler ve maaşlarını şirketten alsalar da, asıl hesap verdikleri taşeron ekip başları, yani dayıbaşlardır. Hatta; işçiler, haftada altı gün boyunca çalıştıklarında alacakları 200 TL prim, ve bunun yanında dayıbaşın da alacağı prim nedeniyle; hasta oldukları sürelerde bile işe gelmeye zorlanmışlardır. Örneğin, facianın birkaç gün öncesinde zehirlenme belirtileri göstermeye başlayan bazı işçiler; kendi ve dayıbaşlarının primlerinin yanmaması için hasta olmalarına rağmen rapor almayarak işe gelmiş ve faciada can vermişlerdir. Zira, işçiler dayıbaşların isteği dışında hareket ettikleri zaman; karşılaşacakları, hakaret, dayak, veya işlerini kaybetmek olacaktır.
19 Temmuz günü, bu sisteme dair umut veren bir gelişme olmuş; kabul edilen taşeron işçilereyönelik torba yasa ile taşeron sistemin yeniden yapılandırılması sağlanmış, ve taşeron işçilerin iş güvenliğinin işe başlamadan önce sağlanması, ve ücretlerin ödenmesinden asıl işverenin sorumlu olması, ayrıca taşeron işçinin sözleşmesinin en az üç yıl boyunca süreceği yasaya bağlanmıştır; ancak bu yasaların Soma madenlerinin uzun zamandır yerleşip sistematikleşmişmafyavari düzeninde uygulanabilirliğini zaman gösterecektir.
Soma ve Civar Köylerde Tarım ve Tarıma Dair Sorunlar—Mustafa Kaba
Soma`da gerçekleşen facianın ardından Boğaziçi Üniversitesi akademisyen, öğrenci ve emekçileri tarafından kurulan Boğaziçi Soma Dayanışması Temmuz ayında ilçeye tekrardan bir ziyaret gerçekleştirdi. Soma`daki faciaya yol veren çalışma koşulları, sendika, sermaye, kadınların durumu, devlet/siyaset bağlantıları, ilçenin tarıma dair sorunları gibi başlıkları ele alacağımız gözlem ve değerlendirmeleri kamuoyu ile paylaşıyoruz. Mustafa Kaba buradaki değerlendirmesinde Soma ve civarındaki köylerde halkın tarım alanında yaşadığı sıkıntıları ele alırken, köylünün nasıl madene mecbur bırakıldığı tartışıyor.
Soma`daki maden faciasının ardından maden ocakları ve genel olarak madenin bölge ekonomisindeki rolü incelenirken ve Soma`da yeni bir ekonomik düzen tahayyül edilirken, bölgedeki tarımsal faaliyetlerin durumunu da tüm ayrıntılarıyla ortaya koymak gerektiği kanısındayız. Bu amaçla Soma çevresindeki 4 köye ziyaret gerçekleştirdik ve köylerde yaşayan çiftçi ve madencilerle görüşmeler yaptık.
Tarımın durumunu ve tarıma olan güvensizliği anlatmak için tarımla geçinenlere köylerde kız verilmediğini söyleyerek işe başlayabiliriz. Bu gerçek bizlere köylülerin tarımı artık bir geçim kaynağı olarak görmediklerini, güvenceyi "sabit" maaşlı ve sigortalı maden işçiliğinde gördüklerini anlatıyor.
Ziyaret ettiğimiz köylerin tümüne can sıkıcı bir hareketsizlik ve terk edilmişlik hakim. Öğle saatinde bakkalı kapalı olan köyde gözlemlediğimiz tek hareketlilik vardiya saatine doğru kapalı olan köy kahvesinin önünde toplanmaya başlayan maden işçileri... Köylerdeki genç nüfus oranı da oldukça düşük. Gençler, köylülerin söylediğine göre, evlendikleri gün Soma`ya taşınıyorlar. Dolayısıyla köylerde genelde görece yaşlı nüfus ikamet ediyor.
Köylerin birçoğunda araziler kıraç ve sulama olanakları yok. Bu köylerin tarımsal anlamda tek alternatifi tütün yetiştirmek. Son zamanlarda zeytin de yetiştirilmeye başlandıysa da verimi düşük olduğundan sadece kendi yemeklik ihtiyaçlarını karşılayabilecek kadar üretebiliyorlar. Daha sulak arazilere sahip köylerde ise çok büyük miktarlarda olmasa da ayçiçeği, mısır ve tarla ürünleri (domates, biber, vs.) de yetişiyor.
Her sene çiftçi ve şirket arasında sözleşme imzalanıyor. Zor şartlarda tarıma devam eden çiftçiler yetiştirdikleri ürünleri yerel şirketler aracılığıyla uluslararası şirketlere satıyorlar. Şirket tarafından sözleşmede belirtilen fiyatları kabul etmek zorundalar, hiçbir pazarlık güçleri yok. Özellikle tütün konusunda, her köye bir eksper baktığından, pazarlık yapma ya da tütünlerini başka bir yere satmaları imkanları yok. Özege ve Çakır gibi yerel şirketler tütünü çiftçiden alıp Philip Morris`e satıyor. Çiftçi sözleşmede belirtilen miktardan fazla üretim yaptığında şirket üretim fazlasını almıyor. Ayrıca iklimsel koşullardan dolayı çiftçi sözleşmede belirtilen miktardan az ürettiğinde bunun maliyeti de çiftçi tarafından ödeniyor. Şirket hiçbir şekilde tarımsal süreçteki herhangi bir risk faktörünü içselleştirmiyor. Bütün riski çiftçi alırken fiyatlar şirketler tarafından belirleniyor. Önceleri, 2000`den önce, 70lik rakıyla birebir giden kilogram tütünün fiyatı, şimdilerde 8-13 TL arasında değişiyor. Bu şartlar altında çiftçi ya çok az karla ya da hiç kar etmeden hatta zarar ederek üretime devam ediyor ya da tarımdan kopup maden ocaklarında işçi oluyor.
Çiftçilerin tarım yapmayı bırakıp madenci olması çok ciddi bir sorunu da beraberinde getiriyor. Tarımsal bilgi ve deneyim bu son nesille birlikte yok oluyor, aktarılamıyor. Köylerdeki yaşlı nüfus ve şu an madenlerde çalışan asıl uğraşı tarım olan çiftçiler tarım bilen son nesiller.
Peki tarımda bu noktaya nasıl gelindi? Buna cevabımız en başta hükümetin neo-liberal politikaları yani serbestleşme politikaları ve özelleştirmeleri olur. Bunun yanında arazilerin kıraç, sulama imkanlarının yetersiz oluşu da sorunun başka bir boyutu. Soma özelinde düşünecek olursak özellikle 2001 yılında TEKEL`in özelleştirme kapsam ve programına alınması tütün üreticiliğine ölümcül darbeyi vuran hamle. Eskiden ürettiği tütünün TEKEL tarafından yüksek fiyatlara alınacağının güvencesiyle üretim yapan ve buradan geçimini sağlayan çiftçiler, TEKEL`in özelleştirilmesiyle birlikte ürettikleri tütünü komik rakamlara satmak zorunda kaldılar. Bunun bizi getirdiği nokta ise tütün üreticiliğinin ve dolayısıyla Soma`nın çevresindeki sadece tütün yetiştirebilen köylerdeki yaşam faaliyetlerinin azalması. Tarımdaki girdi fiyatlarının yükselmesi de tütün üreticisini zorlayan etmenlerden. Tütün doğası gereği çok kolay hastalık kapabilen bir bitki. Çiftçiler bunu engellemek için çeşitli kimyasallardan yararlanıyorlar. Bu kimyasallar üretim maliyetlerini ciddi oranda artırıyor.
Soma ve civarındaki köylerden elde ettiğimiz tarımsal tablo, tarımsal faaliyetleri yeniden canlandırmanın önünde çok temel engeller olduğunu gösteriyor. Fakat buna rağmen, verilerle destekli bölgenin ayrıntılı tarımsal resmini çıkartarak ve sürdürülebilir tarım projeleri araştırarak işe koyulabiliriz. Sonraki aşama ise maden işçilerini tarıma dönmeye ikna etmek...
Son Nesil (Soma köylerinin ardından)—Çiğdem Artık
Soma`da gerçekleşen facianın ardından Boğaziçi Üniversitesi akademisyen, öğrenci ve emekçileri tarafından kurulan Boğaziçi Soma Dayanışması Temmuz ayında ilçeye tekrardan bir ziyaret gerçekleştirdi. Soma`daki faciaya yol veren çalışma koşulları, sendika, sermaye, kadınların durumu, devlet/siyaset bağlantıları, ilçenin tarıma dair sorunları gibi başlıkları ele alacağımız gözlem ve değerlendirmeleri kamuoyu ile paylaşıyoruz.
Bomboş sokaklar, terk edilmiş taştan evler. Ruhu çalınmış, neşenin son bulduğu köyler. Eski hikayelerden dinlediğimiz köy düğünleri yok artık. Bereketi temsil eden adetler yerini ıssızlığa ve havada asılı kalan zamana bırakmış. Sessizliğin sesi cırcır böcekleri olmuş, bir de beş vakit okunan ezan sesi.
Nuri Bilge Ceylan filmlerindeki taşra sorunsalının tam ortasındayız Anadolu topraklarında. En bereketli olması gereken zamanda, yazda köyler biçare kalmış, çiftçiler ise kederli. Yaşlanmış bir cemaat var cami avlusunda. Şehirli dilindeki kamusal alan olan köy kahveleri kapanmış, tabureler tozlanmış.
Şehir büyümek zorunda gibi ilerliyor dağ yamaçlarına. Biraz ötede termik santralin bacaları şehre karanlığını salıyor. Doğa, boynunu bükmüş insanlığın yaptıklarıa; kederi sessizliği olmuş, tek esinti yok tarlalarda.
Son nesil! Üretim yapabilen son nesil var köylerde. 60-70 kuşağının devrimci hikayelerini dinledik,okuduk ve izledik. O neslin son nesil olduğunu, toprağı emek emek işlediğini anlatmadılar bize. Kayıp giden neslin biçareliği de köyler kadar sessizliğe bürünmüştü. Ellerinden yaşamın kaynağı olan tohumlar alınmış; yapay, bozulmuş gerçeklikler verilmiş.
Zordur çiftçi olmak, köylü olmak. Doğa ile beraber hareket etmek zorundadır çiftçi. Bütün bir yıl emeğini toprağa bırakır. Çıkan makinalar, yapay tohumlar doğayı alt etmeye yetmez, hala büyük zorluklar vardır karşılarında. Ama son dönemde oynanan politik oyunlar ile yasalar onları topal bırakmış; şirketler ellerindeki toprağa veya mahsule el koymuş ve bellerini bükmüş çiftçinin.Kimsesiz kalmıştır köylülür, yüzlerinde görmek mümkün bu kimsesizliği. Papalagi[1] topluluğu olan şehirlileriz bizler, gerçeklerimiz saptırılmış, önceliklerimiz ile oynanmış. Görmüyoruz günden güne battığımız bataklığı, görmüyoruz bizden önce batanları...
Tarlalardan uzanan mısır koçanları, güneşe yüzünü dönmüş ayçiçekleri! Hepinizi satmışlar tohumunuzdan itibaren uluslararası şirketlere. Size emek veren eller alamaz olmuş hakkını, girdi masrafları almış tüm kazancını. Sorduğunda tarımı, dillerinden dökülür umutsuzca “Tarım mı? O sayfayı kapatalı bir 10 yıl oldu?
Toprağın sonsuz bereketine güveni terk edeli çok oldu. Yerini sosyal güvenceler aldı, hastalık ve yaşlılık halleri için yaşlanmayı göze alındı. Son neslin insanları da kapıldı Korku İmparatorluğunun yalanlarına. Evlatlarının sosyal güvencesi olsun istedi, toprağa güvenini terk etmese de insana güvenini yitirmişti onlar. Şehirlere göçtü yeni nesiller, bıraktı toprağını, bırakmak zorunda kaldı. Bu bir ekmek davasıydı çünkü. Ekmeğin buğdaydan geldiği ise unutturulmuştu.
Tarlalar boş şu zamanlarda. Ekili alanlar ise kısır tohumlara kalmış. Yetişen domates binlerce yeni domatese kısırken, yetişen yeni nesil gelecek umutlara kısır.
Babamın, anamın neslidir son nesil. Toprağı işleyen köylüler yaşlanmış, kadim bilgelikler unutulmaya yüz tutmuş. Elektrik enerjisi gündemleri meşgul ederken, besin enerjisi arka plana itilmiş karanlığa, sermayeye.
Doğa ana kirli ellere kalacak son nesil göçtükten sonra bu diyarlardan. Hali hazırda son neslin emeğini ilaçlayan,, kirleten şirketler hakimken piyasalarda, sonraki nesil onların ürettiği emeksiz ve besinsiz gıdaya mahkum kalacak.
Sarı buğday başakları ruhsuz makineler tarafından işleniyor. Ruhsuz insanlar yaratıyor şehirlerde.
Ekmek davası?! Kimin neyin davası?
Son nesil göçtüğünde matem zamanı asıl o zaman başlayacak.
Bu daha başlangıç, köysüzleştirmeye devam!
NOTLAR
[1] Göğü Delen Adam
[Bu yazı dizisi ilk olarak burada yayımlandı.]